6 Ekim 2008 Pazartesi

‘Gerçekliğe tepeden bakmak
Ali BULUNMAZ

MAĞARADAN ÇIKIŞ
Fotoğraf, belleği yeni olana hazırlama etkinliği olduğu kadar, geçmişin izlerine ve sayfalarına yolculuk anlamı da taşıyor. Susan Sontag’ın söyleyişiyle “mağaraya -insanın kendi dünyasına- hapsolmuşluğunun koşullarını da değiştiriyor” (s.1).

Bir başka deyişle, görme biçimlerini yeniden düzenliyor. İnsanı yabancılaşmaktan kurtarmaya yardım eden fotoğraf “dünyayla, insanda bilgilenme –dolayısıyla güçlenme- duygusu uyandıran bir şekilde ilişkiye girmeyi” sağlıyor (s. 3).

Sontag’a göre fotoğraf, aynı zamanda bir “kanıt”tır, “hakkında bir şey işitip de şüpheyle karşılaştığımız bir şey, onun fotoğrafı bize gösterildiğinde kanıtlanmış sayılır”; buradan bakıldığında fotoğraf, bir ölçüde “doğrulayıcı” ve “haklı çıkarıcı” bir niteliğe bürünür (s. 5).

Fotoğrafın yaygınlığı, onun bir diğer özelliğini daha gün ışığıyla buluşturur: O, “esasında bir toplumsal ritüel, endişelere karşı bir savunma siperi ve bir güç sergileme aracıdır” (s. 9). Sontag buna örnek olarak, aile fertlerinin başarılarının kaydedilmesi ve fotoğraflanmasını gösterir.

Bunun yanında “bir fotoğraf makinesiyle dolaşmak, işe boğulmuş insanın tatildeyken çalışmıyor olmasının ve kendisinden eğlenmesinin beklenmesinin doğurduğu kaygıyı yatıştırmaya yarar” (s. 11). Öte taraftan, fotoğrafla içli dışlı olmak bir şeye katılmak ve herhangi bir şeyle uğraşmak anlamını da taşır. Ancak hepsinden önemlisi, fotoğraf çekmenin başlı başına bir olay olduğudur.

Karşılaşılan bir olayı kaydetmenin kendisi salt bir olaydır aslında: “Fotoğraf makinesinin her yerde bulunması, zamanın ilginç olaylardan –fotoğraf çekilmeye değer olaylardan- meydana geldiği düşüncesine inanmayı kolaylaştırır” (s. 13).

Sontag, fotoğraf çekme eylemini “karışmama eylemi” olarak da tanımlıyor; çağdaş haber fotoğrafçılığının bunu tam anlamıyla karşıladığını vurguluyor: “Gözünün önünde meydana gelen olaya müdahalede bulunan kişi (fotoğrafla) kayıt yapamaz, (fotoğrafla) kayıt yapan kişinin de herhangi bir olaya müdahale etmesi söz konusu değildir” (s. 14). Ancak fotoğraf çekmek de aynı zamanda, bir yanından olaya dahil olmaktır zaten.

Yaşadığımız dünya, tam anlamıyla görüntü şokuna uğradığımız bir yere dönüşüyor. Sontag’a göre insan bunun bedelini “saldırgan eğilimlerini silaha sarılmaktan ziyade, daha çok fotoğraf makineleriyle dışa vurmayı öğrenerek ödüyor” (s. 18).

Savaşlar, kırımlar, ve on yıllar sonra ortaya çıkan caniliklerin, fotoğraflarla desteklenmiş kanıtları da insanların zihninde, bu gibi edimlerin korkunçluğunun ne boyutlara ulaştığının simgesel bir görüntüsünü kurgulamasına yardımcı olur. Ancak fotoğrafın endüstrileşmesi, bu yolla toplumun idare edilmeye başlanması “fotoğrafın çevrenin genel bir malzemesinin bir parçansa dönüşmesine yol açar” (s. 26).

Fotoğraf çekme eyleminin, önem atfetme olduğu da ayrıca üzerinde durulası bir konudur. Çekimi yapılan kişi veya nesne, değer tanınan ya da atfedilen bir özelliği yansıtır. Fotoğrafın ve fotoğraf makinesinin tılsımı da buradadır. Önem verme ve değer atfetme olgusu yanında, bir çeşit yapıbozumculuğu da içerir çekim eylemi: “Fotoğraf makinesi, normal diye adlandırılan insanların, onları anormal hallerde gösterecek pozlarını yakalamak gibi bir ayrıcalığa da sahiptir” (s. 41).

Makineyi elinde tutanın ve onun aracılığıyla yansıtılanı alanın durumu nedir o halde? Sontag, bunu şu şekilde açıklıyor: “Fotoğrafçı, bir noktada kendi kendine ‘tamam bunu kabul ediyorum’ demek zorunda kaldığından, seyirci de aynı yorumda bulunmaya davet edilir” (s. 50).

BİRİKTİRMEK
Sontag, bir başka tanımlamasında, Baudelaire’den yaptığı alıntılamayla, fotoğrafçıyı “yalnız başına yürüyerek kent cehenneminde keşfe çıkmış gibi dolanan, merakını çelen her köşeye sezdirmeden sokulan ve aklına esen yerlere girip çıkan kişilerin, keza şehri şehvet dolu aşırılıkların yaşandığı bir manzaraymış gibi keşfeden bir dikizci gezginin silahlı versiyonu” biçiminde niteler (s. 67).

Fotoğraf, geçmişi belgelediği gibi onu tüketim nesnesi haline de dönüştürebilir: “Geçmişi tüketilebilir bir nesneye dönüştüren fotoğraflar, birer kestirme yoldur. Her fotoğraf koleksiyonu, tarihin sürrealist montajı ve kısaltılışının birer egzersizidir” (s. 84).

Fotoğraf bir yönüyle “ölümlülerin envanteri”dir (s. 84); “insanlara, tersi kanıtlanamaz bir şekilde orada ve hayatlarının belli bir yaşında olduklarını gösteren, bir an sonra dağılmaya, değişmeye ve bağımsız varlıklarını sürdürmeye devam edecek kişilerle şeyleri bir araya getirir” (s. 86).

“Gerçekliğe tepeden bakmanın yolu olan” (s. 100) fotoğraf bağlamında Sürrealistlerin önerisi ise yalındır: “Dünyayı anlamaya çalışmak abesle iştigaldir, onun yerine, dünyayı biriktirmemiz gerekir” (s. 101). Fotoğrafla biriktirme arasındaki ilinti de, buradan hareketle rahatça kavranabilir.

FOTOĞRAF, GÜZELLİK VE ÇİRKİNLİK
Çirkin olanın belgelenmesi, fotoğrafçılığın enikonu ayakları üstünde durmaya başladığı dönemde pek göze alınabilecek bir şey değildi. Düşünülen, “insanı fotoğraf çekmeye yöneltenin güzel bir şey yakalama dürtüsü olduğuydu” (s. 102). Bir anlamda güzelin, dünyayı güzelleştirmenin aracıydı fotoğraf. Sontag, tam da burada, fotoğraf tarihinin iki önemli buyruk arasında gidip geldiğini ifade eder: “Güzelleştirme ve doğruyu söyleme” (s. 104). Bu gerilim ve mücadele hep süregelmiştir. Sontag’a göre “fotoğraf çeken insan, genel kabul görmüş ‘güzel’ anlayışını sadece sürdürmekle yetinirken, iddialı profesyoneller çalışmalarıyla genellikle bu tür bir anlayışa meydan okurlar” (s. 116).

Fotoğrafçılar için belli bir yerden itibaren “dünyayı süsleme çabaları ile dünyanın maskesini indirme gayretleri arasında hiçbir farklılık –estetik bir üstünlük ölçütü- kalmaz” (s. 126). Sontag’ın ifadesiyle “hümanist jargonda fotoğrafın en yüce görevi insanı insana anlatmaktır; oysa fotoğraflar hiçbir açıklama yapmaz, sadece bildirir” (s. 135). Fotoğraf makinesinin gerçeği iletme gücünün, gerçeği güzel bir şeye dönüştürme karşısında biraz daha zayıf kaldığı da mutlaka bir yerlere çiziktirilmesi gereken önemli olgulardan biridir.

FOTOĞRAF SANAT MI?
Sontag, fotoğrafın sanat olup olmadığını tartışırken, resim ile karşılaştırmalara yönelir. Fotoğrafın sanat olduğunun kabulü, Sontag’a göre yanıltıcıdır.

Sanatsal yönleri içinde barındırmakla birlikte fotoğraf, “bir sanat formu değildir, dil gibi fotoğraf da sanat eserlerinin üretildiği bir araçtır” (s. 177). Sontag, fotoğrafın her türlü konusunu sanat eserine çevirme gibi özgül bir kapasiteye sahip olduğunun yadsınmaması gerektiğini de” vurgulamayı ihmal etmez (s. 178).

Bu anlamda fotoğrafın bir güzel sanat kolu değil; içeriksiz ve alaycı, bir iletişim aracı olduğu da ağır basmaya başlar.

GÖRÜNTÜ VE GERÇEK…
Bugün kopya ile asıl, görüntü ile gerçek arasındaki fark giderek kapanıyor. Sontag’ın ifadesiyle “eskiden görüntüler biçiminde anlaşılan gerçekliklere duyulan güvenin yerini görüntüler, yanılsamalar olarak anlaşılan gerçekliklere duyulan güven alıyor” (s. 180-181).

Platon’dan bu yana dillendirilen gerçek dünya ile görüntü dünyası ayrışmasının altında “görüntü, gerçek bir şeye benzediği sürece hakiki; benzerlikten öte bir şeyi temsil etmediği sürece uydurmadır” görüşü yatıyor (s. 182).

Ancak bu ayrım, fotoğrafta arı biçimde fark edilebilir mi? Bu zorluğu Sontag şöyle betimler: “Fotoğraf, fotoğrafı çekilen şeyin bir parçası, bir uzantısıdır; bu anlamda onu ele geçirme, onun üzerinde denetim kurma potansiyeline de sahiptir” (s. 183). Kaldı ki fotoğraf insana “dolaysız biçimde gerçekliğin kendisine değil görüntülere erişme olanağı sağlar” (s. 195).

Fotoğraf, insanın dünya ile ilişkisini bireysel olmaktan çıkaran bir araç niteliğindedir. Resim bir özet çıkarma işlemiyken, fotoğraf sürekliliği olan bir biyografi ya da tarihin içindeki kanıt dilimleridir; resimden farklı olarak, bir fotoğrafın varlığı başkalarının da olabileceği anlamına gelir” (s. 197).

Sontag, gerçek dünya-görüntü dünyası ayrımına değinirken şöyle bir belirleme yapar: “Gerçek dünyada bir şeyler olur ve neler olacağını hiç kimse bilmez, görüntü dünyasındaysa bir şeyler olmuştur ve olanlar ebediyen aynı şekilde meydana gelecektir” (s. 199).

Bakıldığında fotoğraflar gerçeği yeniden üretir, ama bununla yetinmez “onu yeniden dolaşıma sokar; şeyler ve olaylar, fotoğraf görüntüleri halini aldıklarında güzel ile çirkin, gerçek ile sahte, beğenme ile beğenmeme arasındaki ayrım çizgilerinin ötesine geçen yeni kullanım biçimlerine açılmış, kendilerince yeni anlamlar yüklenmiş olur” (s. 207).

Sontag, son olarak şunu belirtir: “Görüntüler tahmin edilebilenden daha gerçektir” (s. 214).
21. yüzyılın görsellik çağı olduğu su götürmez. Fotoğraf ve fotoğraf çekme edimi de bunun bir başlangıcı ve hatta simgesi durumunda.

Sontag’ın Fotoğraf Üzerine adlı yapıtındaki anlatımı, fotoğrafa bakışı ve tartışması da bunu yansıtır nitelikte.

Fotoğraf Üzerine/ Susan Sontag/ Çeviren: Osman Akınhay/ Agora Kitaplığı/ 241 s.

Hiç yorum yok: